Ana Baba Ergen İlişkisi Arkadaşlık Zemininde Mi Olmalıdır?

Admin tarafından tarihinde yayınlandı

“Çocuğa özgür alanlarının tanınması genel olarak olumlu bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir; ancak pratikte çocuğun her konuda tamamen serbest bırakılması, ergenlik döneminde bireyin sınırlarının sona erdiği yerde başkalarının özgürlüklerinin başladığını kavrayamamasına yol açabilir. Bu nedenle, aile birliğinin belirli kurallarının mümkün olan en erken yaşlarda çocuğa etkili bir şekilde aktarılması önemlidir. Ebeveynlerin davranışları ve sözleriyle bu kurallara uyum sağlanması da gereklidir.”

FİLİZ YURTTAŞER; MYK Belgeli Profesyonel Yaşam Koçu CharacterIX Kişilik Envanteri Danışmanı

Günümüz Y kuşağı ana-babaları genel-de kendi ana-babalarıyla mesafeli ve korku zemininde bir iletişim içinde oldukları için çocuklarıyla bebeklikten itibaren arkadaşca olmayı tercih ediyorlar. Bilinçli ebebeynlerde bebek daha anasının karnında iken ana-babasının sevgi ve ilgisini hissediyor, hamilelik dönemi özenle geçiriliyor ve sonuçta istisnalar dışında bebek özel seramonilerle hastane ortamında dünyaya geliyor.

Bebek dünyaya gelene kadar baba, annenin “aşkı” iken, bebek dünyaya geldikten sonra annenin aşkı “bebek” olmaya başlıyor. İletişim dili değişirken ilgi tamamen babadan bebeğe geçiyor. Evin tüm düzeni bebeğin rahatlığı ve huzuruna uygun olarak yeniden düzenleniyor hemen her konuda bebeğin ihtiyaçları ana-babasından çok daha öncelikli hale geliyor. Sosyal çevre, günlük programlar özetle hayatın tamamının merkezine bebek oturuyor. Bu şartlarda yaş alan bebek büyüdükçe gücünün farkına varıyor ve bu süreci kendi lehine kullanmak üzere içinde bulunulan şartlardan bağımsız bir şekilde isteklerinde daha ısrarcı olabiliyor. Ana – baba kendi ailesinde görmediği ilgiyi ve imkanı çocuğun mutluluğu için sınırsızca hatta bazen imkanlarını zorlayıp, ilişkilerini örselemesine rağmen yerine getirmeye çalışıyor.

Bu şartlarda büyüyen çocuk isteklerinin yerine geleceğinden emin bir şekilde isteklerinde sabırsız ve toleranssız olabiliyor. Ana – babalarsa en iyi olanaklar içinde dünyaya getirdikleri bebeğin tüm hayatından ve sınırsız isteklerinden kendilerini sorumlu tutuyorlar. Bu iyi niyet yaklaşımının çocuklarına olumlu etkiler yerine çoğu zaman düşündüklerinin aksine olumsuz etkiler yarattıklarının farkına ünümüz Y kuşağı ana-babaları genel-de kendi ana-babalarıyla mesafeli ve korku zemininde bir iletişim içinde oldukları için çocuklarıyla bebeklikten itibaren arkadaşca olmayı tercih ediyorlar. Bilinçli ebebeynlerde bebek daha anasının karnında iken ana-babasının sevgi ve ilgisini hissediyor, hamilelik dönemi özenle geçiriliyor ve sonuçta istisnalar dışında bebek özel seramonilerle hastane ortamında dünyaya geliyor.

Bebek dünyaya gelene kadar baba, annenin “aşkı” iken, bebek dünyaya geldikten sonra annenin aşkı “bebek” olmaya başlıyor. İletişim dili değişirken ilgi tamamen babadan bebeğe geçiyor. Evin tüm düzeni bebeğin rahatlığı ve huzuruna uygun olarak yeniden düzenleniyor hemen her konuda bebeğin ihtiyaçları ana-babasından çok daha öncelikli hale geliyor. Sosyal çevre, günlük programlar özetle hayatın tamamının merkezine bebek oturuyor. Bu şartlarda yaş alan bebek büyüdükçe gücünün farkına varıyor ve bu süreci kendi lehine kullanmak üzere içinde bulunulan şartlardan bağımsız bir şekilde isteklerinde daha ısrarcı olabiliyor. Ana – baba kendi ailesinde görmediği ilgiyi ve imkanı çocuğun mutluluğu için sınırsızca hatta bazen imkanlarını zorlayıp, ilişkilerini örselemesine rağmen yerine getirmeye çalışıyor.

Bu şartlarda büyüyen çocuk isteklerinin yerine geleceğinden emin bir şekilde isteklerinde sabırsız ve toleranssız olabiliyor. Ana – babalarsa en iyi olanaklar içinde dünyaya getirdikleri bebeğin tüm hayatından ve sınırsız isteklerinden kendilerini sorumlu tutuyorlar. Bu iyi niyet yaklaşımının çocuklarına olumlu etkiler yerine çoğu zaman düşündüklerinin aksine olumsuz etkiler yarattıklarının farkına ünümüz Y kuşağı ana-babaları genel-de kendi ana-babalarıyla mesafeli ve korku zemininde bir iletişim içinde oldukları için çocuklarıyla bebeklikten itibaren arkadaşca olmayı tercih ediyorlar. Bilinçli ebebeynlerde bebek daha anasının karnında iken ana-babasının sevgi ve ilgisini hissediyor, hamilelik dönemi özenle geçiriliyor ve sonuçta istisnalar dışında bebek özel seramonilerle hastane ortamında dünyaya geliyor.

Bebek dünyaya gelene kadar baba, annenin “aşkı” iken, bebek dünyaya geldikten sonra annenin aşkı “bebek” olmaya başlıyor. İletişim dili değişirken ilgi tamamen babadan bebeğe geçiyor. Evin tüm düzeni bebeğin rahatlığı ve huzuruna uygun olarak yeniden düzenleniyor hemen her konuda bebeğin ihtiyaçları ana-babasından çok daha öncelikli hale geliyor. Sosyal çevre, günlük programlar özetle hayatın tamamının merkezine bebek oturuyor. Bu şartlarda yaş alan bebek büyüdükçe gücünün farkına varıyor ve bu süreci kendi lehine kullanmak üzere içinde bulunulan şartlardan bağımsız bir şekilde isteklerinde daha ısrarcı olabiliyor. Ana – baba kendi ailesinde görmediği ilgiyi ve imkanı çocuğun mutluluğu için sınırsızca hatta bazen imkanlarını zorlayıp, ilişkilerini örselemesine rağmen yerine getirmeye çalışıyor.

Bu şartlarda büyüyen çocuk isteklerinin yerine geleceğinden emin bir şekilde isteklerinde sabırsız ve toleranssız olabiliyor. Ana – babalarsa en iyi olanaklar içinde dünyaya getirdikleri bebeğin tüm hayatından ve sınırsız isteklerinden kendilerini sorumlu tutuyorlar. Bu iyi niyet yaklaşımının çocuklarına olumlu etkiler yerine çoğu zaman düşündüklerinin aksine olumsuz etkiler yarattıklarının farkına varmıyorlar.

Farkına varmadıkları konuları irdeleyecek olursak en önemlisi “özgüven” oluşturma kaygısıyla çocuğa bir sınır çizilmemiş olduğunu gözlemleriz. İstediği zaman dileği şekilde konuşması, kurallara uymaması, kafasına göre itirazlarda bulunması kendi isteklerinin yerine gelmesi konusunda ısrarcı olması bir özgüven göstergesi olarak kabul edilmekte. Oysa, sınırlarını bilmeyen bir kişinin yaş aldıkça toplumun çizdiği sınırlara da kayıtsız kalacağının aşikar olacağı gözden kaçırılmakta. Yani teoride çocuğa özgür alanlarının tanınması bir ölçüde doğru kabul edilmekle beraber pratikte çocuğun hemen her konuda tamamen özgür bırakılması ergenlikte çocuğun sınırlarının bittiği yerde bir başkasının özgürlüğünün başlayacağı gerçeğini kaçırmasına vesile olabilir. Bu nedenle, mümkün olabildiğince çocuğa aile birliğinin belirli kurallarının olduğu erken yaşlarda güzelce anlatılmalı, ana – baba davranış ve sözleriyle de bu kurallara uyumu gösterebiliyor olmalıdır.

Yine çocukluktan itibaren ana – baba çocuğun her bir arkadaşını ailesi ile birlikte tanımalı, gerektiğinde çocukların birarada vakit geçirmesi, sosyalleşmesi için ortak programlar yapılmalı, çocuğun yaşıtlarıyla kendini en doğal haliyle ifade etmesi ve gelişmesine zemin hazırlanmalıdır. Bu süreçte, ergenin ve ailenin dikkatini çeken her bir olumsuzluk ana – baba, ergen üçlemesi olarak karşılıklı konuşulabilmeli, ortak bir mutabakatla aksiyon alınabilmesinin ergenin sağlıklı bir birey olarak yetişmesine olumlu etkileri olduğu bilinmelidir. Bu şekildeki bir iletişim hiç kuşkusuz ergenin inatlaşması ve zaman içinde ana – babasına hırslanması hatta hırçınlaşmasının önünü alacağı kesindir.

Zaman zaman aile ya da ergen, içinde bulunduğu ilişkiler, arkadaş seçimleri konusunda ya da bulunulan ortamlarla ilgili yanılabilir, hiç istenmeyen durumlarla karşı karşıya kalınabilir. Bu durumda, açık ve net iletişimin olduğu ilişkilerde ergen gördüğü, duyduğu ya da deneyimlediği her ne ise rahatlıkla ana–babasıyla paylaşabil- mesinden emin olunmalıdır.

Ergenin özgür iradesi, makul ve yerinde seçimlerine saygı duymak ve desteklemekle birlikte kendisine rehber olacak gerektiğinde sınırlar çizecek, “hayır” diyebilecek bir otoriteye ihtiyacı olduğu da unutulmamalıdır. Her isteğinin yerine gelmediği durumlarda daha olgun, sabırlı, bilinçli ve kararlı bir ergenlik dönemi geçireceği muhakkaktır. Birey olarak hayatının sorumluluğunu alacak, değerleriyle uyumlu olmayan tutum ve davranışlardan ya da ortamlardan kaçınacak, sağlıklı ilişkiler kurarak hayallerini gerçekleştirmek üzere vizyonuna sıkı sıkıya bağlı kalacaktır. Sonuç olarak kendisi de ana – babası da huzurlu ve karşılıklı güvene dayalı bir iletişim kurmuş olacaklardır.

Kaldı ki, ana – baba ne kadar arkadaş gibi yaklaşsa da çocuk arkadaşlarına açıldığı haliyle ailesine açılmayacağından bu tarz bir iletişim ve tutumun seçilmesi durumunda çocuğa katkının aksine rollerin karışması nedeniyle ana-babanın otoritesini de kaybedeceği açıktır.

Özetle, çocuğun ana – babasını bir arkadaştan çok erdemli ve sorumluluk sahibi bir birey olarak yetişmesinde rol model olarak gördüğü ailede, durum ve şartlar her ne olursa olsun sevgiyle sarılıp, sarmalanacağına, başı derde girdiğinde ana – babasının yanında olacağının güvencesiyle, açık ve net iletişim ile onlardan yardım alarak kendisi için en doğru seçimi yapabileceğine emin olmalıdır. Ancak, bu şartlarda yetişen bir çocuk, sağlıklı bir ergenlik dönemi geçirip, doğru seçimler yaparak, kendisine ve bütüne katkısı olan bir yaşam sürebilir.

Yukarıda sıralanan ve uzmanların da kabul ettiği bu yetişme tarzının yerinde ve dozunda kullanımı için öncelikle doğru bir eş seçiminin ardından da ana-baba okulundan mezun olarak çocuk sahibi olmanın önemi yadsınamaz.

FİLİZ YURTTAŞER

MYK Belgeli Profesyonel Yaşam Koçu CharacterIX Kişilik Envanteri Danışmanı

Koru Coaching Magazine, 8. Sayı, 2024 Ekim