Duyguyla Başladım, Düşünceyle İşledim, Karakterimle Kaderimi Belirledim

Filiz Yurttaşer – MYK Belgeli Profesyonel Yaşam Koçu, CharacterIX Kişilik Envanteri Danışmanı
“Hayat amacını bulan kişi huzurlu ve mutlu olur; zorluklar karşısında yıkılmadan, tıpkı zümrüd-ü anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğmaya adaydır.”
Hindistan bağımsızlık hareketinin öncüsü Mahatma Gandhi’yi önemli yapan yalnızca Hindistan’ın siyasi ve ruhani lideri olması değildi, aynı zamanda dünya ondan şiddetten uzak “pasif direniş”i öğrendi. Yaşamı boyunca söylediği pek çok söz hala güncelliğini ve önemini korurken aralarında Loa Tzu’a ait olup, Gandhi’ye atfedilen ve insanın karakterinin mayasını oluşturan aşağıdaki dizilim, duyguların düşüncelerle harmanlanarak söz ve davranışlar aracılığıyla nasıl bir yaşam tarzına ve nihayetinde kadere dönüştüğünü anlatan etkileyici bir örnektir:
Bu söz, basit ama derin bir gerçeği ortaya koyar: Duygularımız düşüncelerimizi, düşüncelerimiz davranışlarımızı; davranışlarımız ise yaşamımızın akışını şekillendirir. Bu yüzden Gandhi’nin dediği gibi, “Küçük şeylere sadık kalmayan büyük işlerde başarısız olur.”
Düşüncelerinize dikkat edin; sözlerinize dönüşür.
Sözlerinize dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür.
Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür.
Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür.
Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür.
Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür.
Koçluk ve Duygusal Zeka: Gerçek Benlikle Tanışmak
Biz koçlar, zaman zaman müşterinin kaderi ile karakteri arasında sıkışıp kaldığı durumlarla karşılaşırız. Müşterinin dünyaya hangi pencereden baktığını, duygularını, alışkanlıklarını ve değerlerini anlamak için çeşitli teknikler kullanırız. Bu süreçte, kişinin gerçekten özgün olup olmadığını, mizacının ona sunduğu en değerli hediyelerin farkında mı yoksa koçluk terimiyle dışarıdan “satın aldığı” fikirler, alışkanlıklar ve söylemlerle mi hayatını yönlendirdiğini netleştiririz.
Bu noktada, Daniel Goleman’ın Duygusal Zeka modelinden yola çıkarak, kişinin kendisini ve çevresini yönetme becerilerinin temel bileşenlerini anlamak önem kazanır:
- Öz Farkındalık: Kendi duygularımızı ve bunların davranışlarımıza etkisini tanıyabilmek,
- Kendini Yönetme: Duygusal tepkilerimizi kontrol edip, doğru şekilde yönlendirmek,
- Motivasyon: Hedeflere içsel inanç ve güvenle ilerleyebilmek,
- Empati: Başkalarının duygularını anlayarak uygun tepkiler verebilmek,
- Sosyal Beceriler: İletişim ve işbirliği becerilerini etkin kullanabilmek.
CharacterIX gibi envanterlerle, müşterimizin duygusal zekasındaki gelişime açık alanları tespit eder ve ona bu konularda destek oluruz. Böylece kendi potansiyelini fark etmesine ve hayatında istediği değişimi yaratmasına yardımcı oluruz.
Aşağıda örnek olarak, müşterinin üzerinde çalışması gereken alanları gösteren tipik bir değerlendirme yer almaktadır. Bu değerlendirme, koçluk sürecinde hangi alanlara odaklanılacağına karar verilmesini sağlar. Böylece, kişinin duygusal zekası bilinçli ve ölçülü bir şekilde geliştirilerek, hem kişisel hem de toplumsal yaşamında daha sağlam ve özgün bir duruş kazanması mümkün olur.
Toplumun Aynası: Aile Dili ve Bireysel İfade
Bireyin kişisel duruşu, sözleri, düşüncesi gibi görünen alışkanlık ve tepkiler aslında bir toplumun iletişim dilinin göstergesidir. Çünkü, toplumdaki hemen herkes birbirine ayna tutar ve birimizin aynada gördüğü şeyin aslında toplumun en küçük çekirdeği olan ailede tohumlarının filizlendiğini biliriz. Ana-babasının olumsuz duygu, düşünce ve davranış şekillerine maruz kalan kişilerin zamanla bu konuda bilinçlenip, değişime karşı mesafeli olurlarsa alışkanlıkları kemikleşmiş bir karaktere dönüşebilir. O nedenle, iletişim halinde olduğumuz kişilerin söz ve davranışlarından dünyaya bakış açıları ile motivasyonları hakkında genel bir bilgiye sahip olabiliriz.
Günümüzde kişisel gelişim çalışmaları ve eğitimler büyük önem taşıyor. Koçluk seansları ise bireyin kendini tanıma, keşfetme ve anlama sürecinde rehberlik sunuyor. Bu süreçlerde, kişinin sözleri kadar, bu sözleri söylerken kullandığı beden dili de dikkatle inceleniyor. Böylece, kişi “mutluyum” dediğinde gerçekten mutlu olup olmadığı, ya da “bir şey yok” dediğinde kırgın veya öfkeli olup olmadığı daha net ortaya çıkabiliyor. Bu farkındalık, kişinin duygusal zekasını doğru yönetmesinin ve etkili iletişim kurmasının temel göstergesidir.
Bu yüzden, çocukluktan itibaren doğru zamanda ve doğru şekilde çocukların kendilerini ifade etmelerine, meraklarını dile getirmelerine, duygularını özgürce yaşamalarına izin vermek çok önemlidir. Duyguların bastırılması, zamanla kişinin iç dünyasında kin, nefret gibi daha ağır duygulara dönüşebilir ve bu durum, kişilik sorunlarına ya da daha derin travmalara yol açabilir. Duygularını ifade etmekte zorlanan ya da dinlenmeyen çocuklar, ebeveynlerinin dikkatini çekmek için hırçınlaşabilir, bağırabilir ya da öfke patlamaları yaşayabilir. İlerleyen yıllarda ise bu çocuklar, onaylanmayan davranışlar geliştirebilir; bu durum hem kendilerine hem çevrelerine zarar verebilir.
Geçmişte bizim toplumumuzda çocukların duygu ve düşüncelerini açıkça ifade etmeleri hoş karşılanmazdı. Oysa son yıllarda çocukların hiçbir kural ve sınır olmadan kendilerini ifade etmelerinin özgüven göstergesi olarak teşvik edildiğini gözlüyoruz. Her iki yöntemin de kendine göre avantaj ve dezevantajları var. Elbette, kişi duygu ve düşüncelerini belirtebilmeli, kendini ifade ederek isteklerini karşısındakine iletebilmeli ancak bunu yaparken karşısındakinin haklarına ilişkin sınırlarını ihlal etmeden nezaket ve görgü kuralları çerçevesinde dile getirmelidir.
Kültürel Kalıplar, Sosyal Medya Etkisi ve Bireyselleşme
Toplumun “erkekler ağlamaz” gibi kültürel kalıpları, bireyin duygularını bastırmasına ve kırılganlık göstermekten kaçınmasına neden olabilir. Benzer şekilde, sosyal medyada sıklıkla karşılaşılan “her zaman güçlü görünmelisin” ya da “başarısızlık zayıflıktır” gibi mesajlar, bireyleri kendi iç gerçekliklerini reddetmeye ve başkalarının onayladığı gibi davranmaya zorlayabilir.
Koçluk sürecinde ise bireyin bu düşünce kalıplarının kendi içinden mi geldiğini, yoksa dış dünyanın etkisiyle mi şekillendiğini fark etmesi, kişisel gelişim açısından oldukça belirleyici bir adımdır.
Duygular, tıpkı Gandhi’nin de vurguladığı gibi, düşüncelerimizi ve hayatımızın genel akışını olumlu ya da olumsuz yönde etkileyen güçlü bir etkendir. Bu yüzden, ağzımızdan çıkan sözlere dikkat etmek büyük önem taşır.
Olumlu ifadeler bizi motive eder, hayata ve geleceğe umutla tutunmamıza yardımcı olur. Bu sayede karşılaştığımız fırsatları daha kolay fark ederiz. Oysa sürekli olumsuz düşüncelere odaklanıp bunları tekrar tekrar dile getirdiğimizde, zamanla sadece tehditleri ve engelleri görmeye başlarız. Bu durum bizi korkuya, kararsızlığa ve hareketsizliğe sürükleyebilir.
Sonunda da “kaderim buymuş” diyerek içinde bulunduğumuz koşulları değiştirmekten vazgeçer, gelişim ve dönüşümün önüne kendi düşüncelerimizle engel koyarız.
İşte bu nedenle, eskilerin “bir şeyi kırk kere söylersen, olur” sözüne kulak vererek, zihnimizden geçenlere ve ağzımızdan çıkanlara dikkat etmeliyiz. Çünkü duygularımız ve düşüncelerimiz, aslında niyetlerimizin evrenle yaptığı bir tür sözleşmenin mürekkebidir.
Liderlik ve Duygusal Zeka
Liderler ve yöneticiler de konumları ve sorumluluklarından bağımsız olarak iletişim dillerinden duygu ve düşüncelerini nasıl paylaştıklarıyla gözlemlenebilir. Bu paylaşımlar, onların karakterlerini ve liderlik tarzlarını yansıtır.
Dolayısıyla, duyguların düşüncelerle dile gelirken açık, net, dozunda ve yerinde ifade edilmesi birçok alanda kritik öneme sahiptir. Aşağıda bu durumu örnekleriyle inceleyebiliriz:
1. İçsel Farkındalık: Düşüncenin Duyguyla Buluştuğu Yer
Düşünce yapımız, sahip olduğumuz vizyonu ve dünyaya bakış açımızı yansıtır. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Geleceği görmek, yalnız bugünü anlamakla olur.” sözü, düşünce ile gelecek tasavvuru arasındaki doğrudan ilişkiyi vurgular.
- Kişinin kendisiyle olan iletişimi; öz güven, öz şefkat, öz sevgi ve öz saygı olarak dışa yansır. Duygularımızı tanıma, kabul etme ve dönüştürebilme kapasitemiz, kendimize karşı nasıl bir ilişki kurduğumuzu belirler.
- Sözlerimiz, dile gelen düşüncelerimizdir ve aynı zamanda duygularımıza da referans olur. Düşüncelerimizle kurduğumuz bu içsel diyalog, evrenle yaptığımız yazılı olmayan bir anlaşma gibidir. Ne söylediğimize dikkat etmek, neyi çağırdığımızı belirler.
2. İletişim ve Etkileşim: Duygunun Söze, Sözün Etkiye Dönüşümü
- İletişim şeklimiz, ilişkilerimizin kalitesini belirler. Tatlı dilli ve pozitif kişilerle daha kolay bağ kurarız; negatif ve kırıcı tavırlar ise mesafe yaratır. Duygusal zeka burada ilişkisel bağ kurma becerisiyle kendini gösterir.
- Duygular, düşünceye; düşünceler sözlere dönüşür; Bireyler arası iletişimin yönünü belirleyerek zincirleme etki yaratır. Sözler ya eyleme veya durağanlığa yol açar.
Sözlerin Gücü: Atatürk, Duygusal Zekâ ve Kader
Kimi zaman bir söz bir millete umut olur, kimi zaman iz bırakır; unutulmaz, içimizde aradan yıllar geçse de aynı şekilde yankılanır. Bu nedenle konuşurken düşünmek, dilimizi dikkatle seçmek yalnızca bir iletişim becerisi değil, aynı zamanda duygusal zekânın da temel göstergesidir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün 25 Nisan 1915’te Çanakkale Savaşı’nda söylediği “Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum” sözü, yalnızca bir askeri talimat değil; duygulara, inanca, cesarete ve sarsılmaz bir kararlılığa çağrıdır. Bu söz, düşünceyle yoğrulmuş duygunun eyleme dönüştüğü ve milletin kaderini değiştirdiği andır.
Daniel Goleman’a göre duygusal zekâ, bireyin hem kendi duygularını tanıma ve yönetme, hem de başkalarının duygularını anlayıp buna uygun iletişim kurabilme yeteneğidir. Bu bağlamda Atatürk, yalnızca askeri bir lider değil; yüksek duygusal zekâsıyla halkının ruhunu anlayan, doğru anda doğru sözü söyleyerek harekete geçiren bir vizyonerdir.
Atatürk’ün düşünceleri, halkına olan inancıyla birleşmiş; bu duygular kararlılıkla ifade edilmiş ve sonunda eyleme, yani bir milletin kurtuluş mücadelesine dönüşmüştür. Bu zincirin her halkası, liderliğin duygusal zekâ ile nasıl şekillendiğini ve kaderin aslında bilinçli bir şekilde nasıl yazıldığını gösterir.
Çünkü söz, sadece bir iletişim aracı değil; karakterin aynası, liderliğin dili ve kaderin ilk adımıdır. Ve bu adım, doğru duygularla atıldığında, bir ulusun kaderini değiştirecek kadar güçlü olabilir.
Bu özelliklerden yola çıkarak asker olmanın yanısıra bir devlet adamı ve değişim lideri olan Mustafa Kemal Atatürk’ün duygusal zekasını incelediğimizde:
- Duygularını bastırmak değil, yönetmek: Soğukkanlılık ve kararlılık.
- Sözle yön vermek: Cesaret, ilham ve hedef gösterme. Sözle bir ulusu ayağa kaldırmak: Nutuk’taki her satır bunun örneğidir
- Kişisel öfkeyi değil, milletin çıkarını gözetmek: Vizyoner liderlik
Atatürk’ün karakteri, sadece fikirlerinde değil, kullandığı her kelimede hissedilir. Çünkü o, duygularını kontrol etmeyi bilen, sözüyle gönüllere dokunan ve bu yolla tarih yazan bir liderdi.
Söz, duygunun duyulan ve iletişimin yönünü belirleyen güçlü bir aracıdır. Atatürk ise sözüyle milletinin kaderini yazandır.
Sonuç olarak:
Karakterimizi ve kaderimizi şekillendiren duygularımızın farkında olmak, onları
doğru yönetmek ve sözlerimizi özenle seçmek, hem bireysel gelişimimiz hem de toplumsal barış için hayati önemdedir. Gandhi ve Atatürk gibi büyük liderler, bu gücü keşfedip dünyayı değiştirmiştir.
“Söz, düşüncenin dışa yansıyan gücüdür; ya silah olur ya şifa.”
(Hz. Mevlana)
Tarihin büyük liderleri, kelimelerin gücünün farkındalığıyla doğru kullananlardı. Çünkü onlar bilirdi ki, bir söz yalnızca bir titreşim değil, bir kaderdir.
Filiz Yurttaşer – MYK Belgeli Profesyonel Yaşam Koçu, CharacterIX Kişilik Envanteri Danışmanı
0 yorum