Dedesi Koruk Yemiş Torunun Dişi Kamaşmış

Admin tarafından tarihinde yayınlandı

Gökben Gönültaş

Kişisel Gelişim Danışmanı, Profesyonel Koç

“Geçmişi değiştiremeyiz lakin bugünü değiştirip dönüştürerek neslimizi şifalandırabiliriz.”

Yaşam kendini bulmak üzere bir yolculuktur. Herkes kendi yolunda yolculuğunu tamamlamaya çalışırken karşısına pek çok farklı insan, olay, durum, çevresel ve kalıtsal faktörler çıkar. Yaşam düz bir çizgide olmadığı için elbette ki bu yolculukta iniş ve çıkışlar olacaktır. İşin sırrı; ne inişin ne de çıkışın sonsuz sınırsız olmadığını kabulden geçer.

Atasözü ve deyimlerimizin her biri kişisel gelişim dersi niteliğindedir aslında. “Dedesi koruk yer, torunun dişi kamaşır” atasözü de bunlardan biridir. Kişinin yaptıklarının veya hatalarının sonuçlarının bazen sadece kendisini değil, sonraki nesilleri de etkileyebileceğini anlatır. Ne güzel anlatmıştır değil mi yaşadıklarımızın, yaptıklarımızın hatta duygu ve düşüncelerimizin bile nesillere aktarılabildiğini? Gelelim günümüze; bakalım epigenetik, DNA ve genler bize, stres, kaygı ve travma durumlarında neler anlatıyor. Hazırsanız haydi yolculuğumuza başlayalım.

Son yıllarda, epigenetik alanında yapılan çalışmalar ve ortaya çıkan bilgiler doğrultusunda birçok biyolojik özelliğimize dair geçen her gün daha fazla yaklaşım ve bilgi ediniyoruz.. Centers for Disease Control And Prevention (CDC) epigenetiği “Davranışlarımızın ve çevresel faktörlerin genlerin çalışmasını nasıl değiştireceğini inceleyen bilim dalı” olarak tanımlamıştır.

Epigenetik faktörler değişkendir, etkisi duruma göre değişebilir, DNA dizisinde değişiklik yapmaz ancak hücrelerin DNA dizimi okumasını değiştirebilir demektedir. Hücrelerimizde 3 farklı epigenetik mekanizma bulunmakta olup; DNA’nin metillenmesi, DNA’yı saran histon moleküllerinin modifiye edilmesi ve ufak kodlanmayan RNA molekülleri. İşte bu mekanizmalar hücre metabolizmamızda farklı yaklaşımlar göstererek bizde meydana gelen çeşitliliğin temellerini oluşturmaktadır.

Epigenetik değişiklikler kalıtsal olmakla birlikte, potansiyel olarak dönüşebilir. Epigenetik değişimler sonraki nesillere aktarılır ve bu durum DNA’da kalıtsal bir durum olmadan gerçekleşir. Genlerimizin çalışma ya da protein oluşturma hızı değişkendir, bu değişkenliği sağlayan faktörler de epigenetik faktörler olarak bilinir. Epigenetik bilgilerimiz epigenom olarak adlandırılır. Genomumuzda bulunan genlerin ifade edilmelerini düzenleyerek çevresel faktörlerin bizlerin özelliklerine olan etkilerini göstermesini sağlar.

Epigenetik değişimlerde kimyasal etiketler DNA nükleotidleri/histonlarda yer alır. Bu etiketler ise; iç çevre olarak adlandırılan; hormanlar, metabolizma, cinsiyet, yaşlanma ve dış çevre olarak adlandırılan sıcaklık, diet, ilaçlar, çevre kirliliği, kimyasallar, ışığa maruz kalma vb. dir.

Stres, depresyon, anksiyete, obsesif kompülsif bozuklukların eskiye kıyasla giderek arttığına şahit oluyoruz. Son yıllarda epigenetik konusunda yapılan çalışmaların; bazı psikolojik sorunların ortaya çıkarılmasına ışık tutacağı düşünülüyor. Depresyon, bireylerin kendini psikolojik olarak iyi hissetmediği, uzun süre devam edebilen ve günlük hayatı etkileyen psikolojik rahatsızlıktır. Travma, kişide çeşitli duygusal, davranışsal veya bilişsel tepkilere yol açan, ani gelişen ve kişinin hayatında ciddi sarsıntı veya yıkım oluşturan, deprem, savaş, cinsel istismar, doğal afetler, beklenmedik ölümler ciddi-ölümcül hastalıklara yakalanmaya sebep olan kişinin anlamlandırma sürecini bozan olaylardır. Kadınlar, geçmişte ruhsal travma yaşayanlar, başka ruhsal veya bedensel hastalığı olanlar ve travmayı daha şiddetli yaşayanlar ise maalesef daha fazla risk altındadır.

Hangi ebeveynden gelirse gelsin kalıtım eşdeğerdir. Hücreye kimliğini kazandıran epigenetik mekanizmaların, sonraki hücre soyuna, sonraki nesillere nasıl aktarıldığı henüz netlik kazanmadığı bilim insanları tarafından ifade edilmekle birlikte; anne davranışlarının bebeğin DNA’sını etkilediği de belirtilmektedir. Fareler ve bitkilerle yapılan deneylerde bunu ispatlar niteliktedir. Strese maruz bırakılan bitkilerin gen ekspresyonları değiştirilerek değişen ortama adaptasyonlarının sağlandığı gözlenmiştir. Böylelikle yeni bir fenotip (Fenotip; genetik ve çevresel etkenlerin yarattığı özelliklerin canlının dış görünüşündeki yansımasına verilen isim) ortaya çıkarılmıştır. Bu yeni fenotipe sahip bitkiler stres ortamından uzaklaştırılmalarına rağmen dört nesil boyunca bu adaptasyonu korumuştur.

İnsanlar ve fareler benzer genetik haritalara sahiptirler. Hem farelerde hem de insanlarda endişe seviyesini düzenleyen CRF2 geni vardır. İnsanlarda neslin değişimi 60 yıl almaktadır. Farelerde ise nesil değişikliğinin 12 hafta sürmesi ve fareler üzerinde nesiller arası çalışmaların çok kısa süre de neticelenmesi sebebiyle bu konuda, fareler üzerinde yapılan çalışmalar baz alınmaktadır. Farelerin kanında, beyninde, yumurtalarında ve spermlerindeki kimyasal değişimler, sonraki nesillerde görülen anksiyete ve depresyon gibi davranışsal modellerle ilişkilendirilmektedir.

Fareler üzerinde yapılan çalışmalarda çocuklardaki anneden ayrı kalma stresi gibi travmaların, üç nesil görülebilen gen ifadesi değişimlerine neden olduğu görülmüştür.

Fareler üzerinde yapılan çalışmalarda çocuklardaki anneden ayrı kalma stresi gibi travmaların, üç nesil görülebilen gen ifadesi değişimlerine neden olduğu görülmüştür. Bu çalışmada, araştırmacılar dişilerin bir günde üç saat kadar bir süre yaşamlarının ilk iki haftasında olan yavrularını beslemelerini engellemişlerdir. Yavrular büyüdüğünde insanlarda depresyon olarak adlandırdığımız duruma benzer davranışlar sergilemişlerdir.

Fareler yaş aldıkça belirtiler kötüleşmeye başlamıştır. Bazı erkeklerin bu davranışlarını ifade etmedikleri fakat bu davranışsal değişimleri dişi yavrularına epigenetik olarak aktardıkları görülmüştür. Bununla birlikte, araştırmacılar stresli farelerin metilasyon değişikliği ve gen ifadesi değişikliklerini keşfetmişlerdir. Ayrıca araştırmacılar, üreme hücrelerinin beyin ve sinir sisteminin anneden ayrı kalma stresinden etkilendiklerini bulmuşlardır.

Farelerle yapılan diğer bir çalışma düşük düzeyde anne bakımı alan yavruların büyüdüklerinde, yüksek düzeyde anne bakımı alanlara kıyasla daha endişeli ve tepkili olmalarıdır. Bu stres modeli sonraki nesillerde gözlenmiştir. Annesinden ayrı kalmış bebeklerin problemler yaşadığı da bilinen bir gerçek olup, bunu üç nesle kadar aktardıkları da bilim insanları tarafından ifade edilmektedir.

2014 yılında Lethbridge Üniversitesi’nde yine hamile fareler üzerinde yapılan bir deney göstermiştir ki; stres faktörü erken doğuma sebep oluyor. Erken doğan bu annelerin, kızlarının da hamileliklerinin kısa sürdüğü ortaya çıkmıştır. Stres altındaki büyükannelerin torunlarının, anneleri stres altında olmamasına rağmen onlardan daha kısa hamilelik süreci yaşamış olduğu gözlenmiştir.

Örneğin; annemiz aracılığı ile büyükannemizin annelik özelliklerini alıyoruz diyelim. Anneannemizin katlandığı travmalar, acılar, kederler, çocukluğundaki veya dedemizle yaşadığı zorluklar kendi yaptığı annelik vasıtasıyla annemize geçmektedir. Ebeveynlerimize ne tür ebeveynlik yapıldığı bizim kendimizle, çocuklarımızla, partnerimizle ilişkimize kadar etkilemektedir. Anne babalar kendilerine yapılan ebeveynliği de aktarma eğilimindedir. Bir anne kalıtsal olarak travma yaşıyorsa veya annesiyle bağında kopma yaşadıysa kendi bebeği ile oluşan bağı da bu durumdan etkilenebiliyor.

Bu da bize gösteriyor ki; Anne-çocuk bağında kopma etkileri anne karnında ve hatta annenizin annesinden gelebilmektedir. Bu durum, bilinçaltımızda kalmakta ve reddedilme veya terkedilme duygularını anımsatan olaylarla tetiklenebilen somatik bellek olarak bedenimizde yaşatılabilmektedir. Bu meydana geldiğinde ise; kendimizi kendimize yabancı hissederiz. Düşüncelerimiz ve zihnimiz vesvese içinde, baskın, bunaltıcı hale gelebilir ve bedenimize akan duygular nedeniyle kendimizi bunalmış, huzursuz hatta korkmuş hissedebiliriz.

Travma ya da depresyon çok önce gerçekleştiği için bizim bilinçli farkındalığımızın ötesinde bir yerde saklı kalmış haldedir. Bir sorun olduğunu hissederiz, ne olduğunu adlandıramayız.. Bu modeli değiştirmediğimiz sürece nesillere bu bağlanma sorunlarını farkına varmadan aktarırız.

Bu ve benzeri sorunlar yaşıyorsak; ailelerimizdeki kalıtsal travmaların döngüsünü sonlandırmak için öncelikle çekirdek ailemizle ilişkimizi tek tek düzeltmemiz gerekir. Geçmişi değiştiremeyiz lakin bugünü değiştirip dönüştürerek neslimizi şifalandırabiliriz.

Sevgilerimle..

Gökben Gönültaş

Kişisel Gelişim Danışmanı, Profesyonel Koç