Elimizdeki Cevher

Admin tarafından tarihinde yayınlandı

Eğitimin ilk başladığı yer evdir. Ve bu görev ilk başta biz ebeveynlere düşmektedir. Bize sunulan cevheri köreltmek de bizim elimizde, işleyip pırlanta ya dönüştürerek değerini fark ettirmek de bizim elimizde.

SELMA ÇALIŞKAN – Yaşam Koçu Kişisel Gelişim Uzmanı

Eğitimin temel amacı, çocukları kendi yeteneklerinin bilincine vardırmaktır.” derken yapılması gerekene adeta son noktayı koymuştur, ünlü psikanalist Erich Fromm

Unutmayalım ki! Eğitimin ilk başladığı yer evdir. Ve bu görev ilk başta biz ebeveynlere düşmektedir. Bize sunulan cevheri köreltmek de bizim elimizde, işleyip pırlanta ya dönüştürerek değerini fark ettirmek de bizim elimizde. Elimizde bir cevher var. Elmas mı, yakut mu, zümrüt mü, safir mi bilmiyoruz. Ve biz o cevhere bakıp kendi hayalimizi kuruyoruz. Kurduğumuz hayal o cevherin özünde var mı bilmiyoruz. Şans eseri özünde varsa cevher şekillenir ve paha biçilmez bir Pırlanta ya dönüşebilir.

Peki ya yoksa!!! Ya o cevher keşfedilmesi gereken bir elmas, yakut, zümrüt ya da safir ise!!! Gümüş ya da altın ise!!!

Yakut dan Elmas Altından gümüş olur mu? Olmaz… Bizler o cevheri olmadıklarına büründürmeye çalışırsak, ne o altın altın olduğunu, ne yakut yakut olduğunu fark edemeden, elmas mış gibi, gümüş müş gibi özünden kopuk doğada kendini fark edemeden yok olup gidecek.

Peki bizler ne yapıyoruz? İlk başta çocuklarımızın, geleceğin umudu gençlerimizin birer birey olduklarını görmezden gelerek onların sahibi gibi davranmaya devam ediyoruz.

Yapamazsın! Edemezsin! Beceremezsin! diyerek, aşağı çekerek, potansiyellerini açığa çıkarmalarını sağlayacak özgüvenlerini yok ediyoruz.

Sen sus! Anlamazsın! Bizler varken sizlere laf düşmez! gibi rencide eden sözlerle toplum içinde kendini ifade edemeyen, silik bireyler olarak yetiştiriyoruz.

Sus konuşma! diyerek büyüttüğümüz, sohbet bile etmediğimiz çocuklarımızdan, kendilerini ifade edebilen gençler görmeyi istemek ne kadar acınası bir durum öyle değil mi?

Sordukları sorulardan sıkılıp “çok soru sorma” diyerek merak duygularını körelttiğimiz çocukların, sorgulamayan beyinlerinden rahatsızlık duymak kendi handikap ımız değil mi?

Yapamazsın! Beceremezsin! Diyerek kendilerine “güvensizlik” tohumu ektiğimiz gençlerden, sırf övünebilmek, egomuzu parlatabilmek için, yapamadıkları mızı yaptırabilmek için koca koca ünvanlı mesleklerde başarı beklemek acizliğin en üst mertebesi değil midir?

Yarış atı olarak gördüğümüz gençlerimizi şunu da öğren doktor ol, bunu da öğren avukat ol diyerek kurs kurs dolaştırarak hafızalarını boş bir kabı doldurur gibi doldurtmaya çalışıyoruz. Yani kısacası onlara kendi hayallerimizin kılıfını giydirmeye çalışıyoruz.

Gençlerimiz ne istiyor? Bilmiyoruz. Belki de bilmek istemiyoruz. Onlarla konuşmuyoruz bile, daha doğrusu konuşamıyoruz.

Gençlerimizin “kendim gibi olmak istiyorum” çığlıklarını duymazdan gelerek, kendi doğrularımızı dayatmaya çalışmaktan ne zaman vazgeçeceğiz?

Şunu fark edebiliyor muyuz? Gençlerimiz de gördüğümüz, kabul edemediğimiz tutum ve davranışlar onların kendi kimliklerini, benliklerini arayışlarından başka bir şey değil aslında.

Görmüyoruz, duymuyoruz. Görmek, duymak istemiyoruz. Ve her geçen gün elimizdeki cevher in yok olup gitmesine zemin hazırlıyoruz.

Meslek seçimlerinde bile onlar adına kararlar veriyoruz. Özünde “Zümrüt” olana sen “Safir” ol diye diretiyoruz. Safir olarak hayata tutunmaya çalışmanın bedelini ömür boyu mutsuz bir iş hayatı geçirmelerine sebep olarak ödettiriyoruz.

Meslek seçimlerinde bile onlar adına kararlar veriyoruz. Özünde “Zümrüt” olana sen “Safir” ol diye diretiyoruz. Safir olarak hayata tutunmaya çalışmanın bedelini ömür boyu mutsuz bir iş hayatı geçirmelerine sebep olarak ödettiriyoruz.

Bizler bu tür davranışlarla gençlerimizi dünyadan sürüklüyor onları uzaklaştırıp, kendilerinden özlerinden kopuk hale getiriyoruz. Özgüvenlerini zedeleyerek, bağımlı hale getirerek hayata tutunamaz hale getiriyoruz. Ve bizler bunu fark bile etmek istemiyoruz. Sadece direniyoruz.

Sonrada duyarsız, asalak, kendini gerçekleştirememiş hayata tutunamayan, başkaldıran, ya da görünmez olan bireylerle karşılaştığımızda kurban rolüne bürünüyor ve hayıflanıyoruz. Bir nevi kendi eserimizden memnun olmuyoruz.

Tıpkı Amerikalı filazof B. Franklin’in söylediği gibi “Eğitilmemiş deha, işlenmemiş gümüşe benzer.” İşlenmemiş gümüş hamdır ve parlaklığını ortaya çıkarmaz;

Sen o Gümüş’ü işlemedin ki, parlaklık bekliyorsun. Sen sadece Gümüş üzerinde farklı mücevher hayalleri kuruyorsun. Sonuçta karşında ne Gümüş, ne farklı bir mücevher olmayı beceremeyen bir nesil seyrediyorsun.

SELMA ÇALIŞKAN

Yaşam Koçu Kişisel Gelişim Uzmanı

Koru Coaching Magazine, 8. Sayı, 2024 Ekim