İnsan Olmanın Psikolojisi
Toward a Psychology of Being, Abraham Maslow
Kitap İncelemesi
“İnsanların daha tam anlamıyla insan olmalarına yardımcı olmak istiyorsak, onların yalnızca kendilerini gerçekleştirmeye çalıştıklarını değil, aynı zamanda isteksiz olduklarını, korktuklarını veya bunu yapamayacaklarını da fark etmeliyiz. Yalnızca hastalık ve sağlık arasındaki bu diyalektiği tam olarak takdir ederek bunu başarabiliriz.”
—Abraham Maslow
Abraham Maslow’un kendini gerçekleştirme teorileri ve ihtiyaçlar hiyerarşisi, modern hümanist psikolojinin temel taşlarını oluşturmaktadır. 1962 yılında kendini gerçekleştirme teorisi üzerine yazdığı bir dizi makale 1968’de “Varolmanın Psikolojisine Doğru” adlı kitabına dönüştü. İnsan Olmanın Psikolojisi adıyla Tükçeye Kuraldışı yayınları tarafından kazandırılan kitap, psikolojinin ötesinde, beşeri bilimler, sosyal teori ve işletme yönetimi teorisini etkilemeye devam ediyor.
Abraham Maslow’un fikirlerini psikoloji öğrencilerinin ve araştırmacılarının yanı sıra insan davranışı çalışmalarını yönetim tekniklerine uygulamakla ilgilenen iş adamları, yöneticiler ve eğitmenler için de oldukça ufuk açıcı olmaya devam ediyor.
Abraham Maslow Kimdir?
Abraham Harold Maslow 1908 yılında Brooklyn, New York’ta doğdu. Ailesi, 20. yüzyılın başlarında Çarlık Rusya’sının zulmünden kaçan, Ukrayna Kiev’den gelen Yahudi göçmenlerdendi. Aile York City’de, çok etnikli, işçi sınıfının yaşadığı bir mahallede yaşıyordu. Anne ve babası fakirdi ve eğitimsiz olsa da eğitime değer veren bir aileydi. Abraham Maslow çocukluğunda kendisini kovalayan, taş atan Yahudi karşıtı çetelerle karşı karşıya kalmış bir genç olarak kendisi gibi olan diğer gençlerle birlikte, eğitim ve ekonomik adalete dayalı idealist bir dünya hayalini kuruyor, ırkçılık eylemlerinin ve etnik önyargıların üstesinden gelmeye çabalıyordu.
Annesiyle de çok anlaşamadığı ona karşı güçlü bir tepkisi olduğu için evin içindeki gerilim de onu fazlasıyla sıkıyordu. Annesi hakkında şöyle söylüyordu: “Benim tepki verdiğim şey onun sadece fiziksel görünümü değil, aynı zamanda değerleri ve dünya görüşü, cimriliği, tamamen bencilliği, dünyadaki hiç kimseye, hatta kendi kocasına ve hatta kendi kocasına bile sevgi duymamasıydı. Narsisizmi, zenci önyargısı, herkesi sömürmesi, kendisiyle aynı fikirde olmayan herkesin hatalı olduğu varsayımı, arkadaş eksikliği…”.
Böyle bir ortamda çocukluğu geçen Abraham kendisini kütüphanelere ve kitaplara vermişti. Brooklyn’in en iyi liselerinden biri olan Erkek Lisesi’ne gitti. Burada birçok akademik kulüpte görev üstlendi, Latin Dergisi’nin editörlüğünü yaptı. Ayrıca bir yıl boyunca okulun Fizik gazetesi Principia’nın editörlüğünü sürdürdü.
Maslow liseden sonra 1926 yılında City College of New York’a gitti, lisans ders yükünün yanı sıra geceleri de hukuk dersleri almaya başladı. City College’dan mezun olduktan sonra psikoloji okumak üzere Wisconsin Üniversitesi’nde yüksek lisans yapmaya gitti. 1928’de, o sırada henüz lisede okuyan kuzeni Bertha ile evlendi.
Maslow’un Wisconsin Üniversitesi’ndeki psikoloji eğitimi deneysel-davranışçı ekole dayanıyordu. Deneysel-davranışçı ekol I. Dünya Savaşı sıralarında bir grup Amerikalı psikoloğun, yapısalcılığa ve fonksiyonelliğe karşı çıkmaları ve bilincin iç gözlem yöntemi ile incelenmesine şüphe ile bakmaları sonucu ortaya çıkan, bilinç hallerinin değil gözlenebilir durumların incelenmesinin gerekliliğini savunan psikoloji kuramıydı. Önde gelen temsilcileri ise uyaran-tepki sürecine dikkat çeken Watson ve Pavlov olup teorilerini gözlem ve deneylerle açıklamaya çalışıyorlardı.
Davranışçı psikologlar, insanların davranışlarının açıklanmasında çevre faktörüne çok fazla önem verdikleri için diğer ekollerin savunucuları tarafından eleştirilmiştir. Maslow’un davranışçılıkla ilgili ilk deneyimleri onda güçlü bir pozitivist zihniyet oluşmasını sağlamıştı. Maslow, Profesör Hulsey Cason’un tavsiyesi üzerine yüksek lisans tezini “sözlü materyalin öğrenilmesi, akılda tutulması ve çoğaltılması” üzerine yazdı ve 1931 yılında psikoloji alanında yüksek lisans derecesi aldı. Aslında tezini hiç beğenmemişti, öyle ki tezinden utandığı için onu psikoloji kütüphanesinden çıkarıp katalog listesini de yırtmıştı. Ancak Profesör Cason, Maslow’u bu araştırmayı yayına sunmaya teşvik edecek kadar araştırmaya hayran kalmıştı. Maslow’un tezi 1934’te iki makale olarak yayımlandı. Maslow, Columbia Üniversitesi’nde benzer temalar üzerinde araştırmalarına devam etti. Burada Alfred Adler’den önemli ölçüde etkilendi.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Maslow, psikologların vardıkları sonuçlara ulaşma yollarını sorgulamaya başladı ve insan zihnini nasıl anlayacağı konusunda yeni fikirler öne sürmeye başladı. Amerika Birleşik Devletleri 1941’de İkinci Dünya Savaşı’na girdiğinde Maslow 33 yaşında ikiçocuklu bir baba olduğu için orduya uygun değildi. Bununla birlikte, savaşın dehşeti onda bir barış vizyonuna ilham kaynağı oldu ve kendini gerçekleştirme konusunda çığır açan psikolojik çalışmalarına yol açtı. Çalışmalar, hem profesyonel hem de kişisel olarak hayran olduğu iki akıl hocası, antropolog Ruth Benedict ve Gestalt psikoloğu Max Wertheimer’ın gözetiminde başladı.
Maslow, diğer psikologların fikirlerini ödünç alarak ve ihtiyaçlar hiyerarşisi, meta ihtiyaçlar, meta motivasyon, kendini gerçekleştiren kişiler ve zirve deneyimler gibi yeni fikirler ekleyerek konuyu genişletti. 1951’den 1969’a kadar Brandeis Üniversitesi’nde profesör olarak çalıştı.
1967’de ciddi bir kalp krizi geçirdi, artık zamanının sınırlı olduğunu biliyordu. Kendini psikolojik öncü olarak görüyor ve farklı yolları gün ışığına çıkaracak geleceğin psikologlarına destek vermeye çalışıyrodu. Diğer psikologların daha kapsamlı çalışmalar yürütmesine olanak tanıyan bir çerçeve oluşturdu. Maslow, liderliğin müdahaleci olmaması gerektiğine inanan Maslow, 1963’te Hümanistik Psikoloji Derneği’nin başkanlığına aday olmayı reddetti, çünkü örgütün lidersiz bir entelektüel hareket geliştirmesi gerektiğini düşünüyordu.
Maslow yazdıklarıyla 1950’li ve 1960’lı yıllarda psikolojide hümanistik ekolün sembolü haline geldi. Amerikan Hümanist Derneğin tarafından Yılın Hümanisti ödülünü aldı. Kalp krizi geçirmesi sonucunda 8 Haziran 1970’te 62 yaşında Menlo Park, Kaliforniya’da öldü.
Hümanistik Psikoloji
Maslow’dan önceki psikologların çoğu anormal durumlar ve hastalıklarla ilgileniyordu. Maslow İnsanları daha yüksek ihtiyaçlara yönelmeden önce, bir başka anlatımla kendini gerçekleştirmeden önce temel ihtiyaçlarını karşılama ihtiacı içinde olduğunu öne sürdü.
Hümanist psikoloji, tamamı insanların büyüme ve iyileşme için gerekli içsel kaynaklara sahip olduğu ve terapinin amacının, bireylerin bu hedeflere ulaşmalarının önündeki engelleri kaldırmaya yardımcı olmak olduğu fikrinin rehberliğinde birçok farklı terapinin ortaya çıkmasına neden oldu. Bunlardan en ünlüsü Carl Rogers tarafından geliştirilen danışan merkezli terapi oldu.
Hümanist psikolojinin ardındaki temel ilkeler basittir. Bir kişinin mevcut işleyişi onun en önemli yönüdür. Sonuç olarak hümanistler geçmişi incelemek veya geleceği tahmin etmeye çalışmak yerine burada ve şimdiyi vurgularlar. Ruhsal açıdan sağlıklı olabilmek için bireylerin, eylemlerin olumlu ya da olumsuz olmasına bakılmaksızın, eylemlerinin kişisel sorumluluğunu alması gerekir. Her insan, varlığı itibariyle doğası gereği değerlidir. Herhangi bir eylem olumsuz olsa da, bu eylemler bir kişinin değerini ortadan kaldırmaz. Yaşamanın nihai amacı kişisel gelişim ve anlayışa ulaşmaktır. Bir birey ancak sürekli kendini geliştirme ve kendini anlama yoluyla gerçekten mutlu olabilir.
Hümanist psikoloji teorisi, insanlığın olumlu yanını gören ve özgür iradeye inanan insanlara uygundur. Bu teori, Freud’un biyolojik determinizm teorisiyle açıkça çelişmektedir. Bir diğer önemli güç ise hümanist psikoloji teorisinin diğer düşünce okullarıyla uyumlu olmasıdır. Maslow’un Hiyerarşisi aynı zamanda finans, ekonomi ve hatta tarih veya kriminoloji gibi diğer konulara da uygulanabilir.
Hümanist psikologlar, her insanın tam potansiyelini gerçekleştirme, “kendini gerçekleştirme” düzeyine ulaşma konusunda güçlü bir arzusu olduğuna inanır. 1960’lı yıllarda zirveye ulaşan bu yeni hareketin temel amacı, insanın olumlu potansiyelini vurgulamaktı.
Maslow, insanların durumlara körü körüne tepki vermediğini, daha büyük bir şeyi başarmaya çalıştığını kanıtlamak için ciddi psikolojik sorunları olan insanlar yerine zihinsel olarak sağlıklı bireyler üzerinde çalıştı. Kendini gerçekleştiren insanlara odaklandı. Kendini gerçekleştiren insanlar tutarlı bir kişilik sendromuna işaret eder ve optimal psikolojik sağlığı ve işleyişi temsil eder.
Bu, kişinin kendisiyle ve çevresiyle uyum içinde olduğu zaman “zirve deneyimlerinden”, yani hayattaki yüksek noktalardan keyif aldığı teorisini ortay attı. Maslow’un görüşüne göre, kendini gerçekleştirmiş insanlar gün boyunca pek çok zirve deneyimi yaşarken, diğerleri bu deneyimleri daha az sıklıkta yaşarlar.
Maslow, ihtiyaçların karşılanması rutininin ötesinde, zirve deneyimleri olarak bilinen, derin sevgi, anlayış, mutluluk veya coşku anları olan, kişinin kendini daha bütün, canlı, kendi kendine yeterli ve yine de bir parçası hissettiği olağanüstü deneyim anlarını tasavvur etti. Dünyaya daha fazla hakim, hakikatin, adaletin, uyumun, iyiliğin insani duygu ve yetenekler ilk bakışta ya vb. daha fazla farkındasınızdır. Kendini gerçekleştiren insanların doruk deneyimlere sahip olma olasılıkları daha yüksektir. Başka bir deyişle, bu “zirve deneyimleri” veya akış durumları, kişinin insan potansiyelinin farkına varmasının yansımalarıdır ve kişilik gelişiminin yüksekliğini temsil eder.
Toward a Psychology of Being
Maslow bu kitabında ilk kez 1954 tarihli Motivasyon ve Kişilik kitabında açıkladığı kendini gerçekleştirme teorilerini genişletmektedir.
Sağlık Psikolojisine Doğru başlıklı ilk bölümünde psikolojinin sağlıkı insanları da inceleme konusu olarak almasının önemine vurgu yapıyro ve burada bazı varsayımlar üzerinde duruyor. Maslow’a göre “Temel gereksinimler (yaşamaya; güvenliğe; ait olmaya ve şefkate; saygıya ve özsaygıya, kendini gerçekleştirmeye duyulan) temel nötr “pre moral”. ya da “yapıcı nitelikleri ile “iyi”dirler. Yıkıcılık, sadizm, gaddarlık, kin, nefret, vb insanın temel özellikleri olmayıp, gereksinim, duygu ve yeteneklerin engellenmesine karşı duyulan şiddet eğilimli tepkilerdir. Öfke kendi içinde kötü değildir; korku, tembellik hatta bilgisizlik de … Bunlar elbette kötü davranışlara yol açabilir ama bu da zorunlu değildir…. Açıkça görülmektedir ki kişilik sorunları çoğu zaman insanın aldığı psikolojik yaralara, gerçek içsel doğasının uğradığı saldırılara karşı bir başkaldırıdır. Bu durumda hastalıklı olan, böylesi bir saldırıya başkaldırmamaktadır.” Maslow bu cümleleri ile insanların karşılaştığı pskolojik saldırılar karşısında sessiz ve tepkisiz kalmasının aslında bir hastalık belirtisi olduğunu ifade ediyor. İnsanlar “kendilerine yapılanı sineye çeker, tepki vermeye yıllar sonra başlarlar. Bu tepki de nevroz ya da psikoz olarak kendini gösterir.”
Olumlu üzüntü ve acı sorusu ile yüzleşmemiz gerektiğini söyleyen Maslow üzüntü ve acı gibi tepkilerin sağlık göstergesi olduğunu söylüyor ve “Gelişim ve kendini gerçekleştirme acı, üzüntü, keder ve kargaşa olmadan olabilir mi?” diye de soruyor.
İnsanların olumsuz özelliklerinin temel sebeplerinden birini yetiştiği ortama ve kültüre bağlayan Maslow “Hasta insanlar, hasta bir kültürün ürünleridir. Sağlıklı insanlar ise ancak sağlıklı bir kültürde yetişebilir.” demektedir. Çünkü ona göre insanın ideallerini, hayata bakışını yaşamın erken dönemindeki figürler belirler, hafta sonları okunan kişisel gelişim kitapları değil.
Eksiklik Güdülemesi ve Gelişim Güdülemesi başlığı altında ise Maslow, İnsanları nevrotik yapan şey ne olduğnu sorguluyor. Maslow’a göre bu durum yoksunluktan kaynaklanmakta olup insanların gelişebilmesi için önce eksiklik ihtiyaçlarının karşılanması gerekir. Maslow’un çalışmalarında nevrotik ve sağlıklı insanların aile geçmişlerini karşılaştırdı. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, hayatlarının ilerleyen dönemlerinde sağlıklı olan insanların, temel psikolojik ihtiyaçlarının erken yaşlarda karşılandığını gördü. Maslow bu temel ihtiyaçlara eksiklik ihtiyaçları adını veriyor ve bunlar tatmin edilmediğinde sağlıklı gelişimin imkansız olduğunu söylüyor.
Maslow’a göre insan ihtiyaçları, farklı ihtiyaç gruplarının birbirine dayandığı bir hiyerarşi içinde düzenlenmiştir. Hiyerarşinin temelindeki ihtiyaçlar yiyecek ve güvenlik gibi şeylerdir. Ortada diğer insanları ilgilendiren ihtiyaçlar vardır; sevgi ve saygı gibi şeyler veen tepede kendini gerçekleştirme ihtiyacı yatar. Sevgi ihtiyacınızı tatmin etmeden önce güvenlik ihtiyacınızı tatmin etmelisiniz. Kendini gerçekleştirme ihtiyacınızı tatmin etmeden önce, sevgi ihtiyacınızı tatmin etmelisiniz.
Eğer düşük ihtiyaçlarınızdan biri herhangi bir nedenle tatmin edilmeyi bırakırsa, dikkatinizi daha yüksek ihtiyaçlara yöneltmeden önce muhtemelen onun tekrar tatmin edildiğinden emin olma dürtüsünü hissedersiniz. Maslow bunu annesinin eteğine tutunana bir çocukla açılamaya çalışıyor. Annesinin eteğine tutunan çocuk kendini güvende hissettiğinde annesinden uzaklaşabileceğini anlamaya başlar. Annesinin çevresinden uzaklaşıp bir şeyler toplamaya, onlarla oynamaya ve çevresini keşfetmeye çalışırken kendini özgür hisseder. Ancak çocuğun kendini güvende hissetmemesine neden olan bir şey olursa, o zaman algılanan tehlike ortadan kalkana kadar annesine dönecektir. Aynı şekilde insanlar da kendilerini güvende hissettiklerinde sağlıklı bir gelişim gösterebilir.
Maslow’a göre gelişim amaçlarla ilgilidir, araçlarla değil. Örneğin sevgi, yalnızca başkaları tarafından karşılanabilen daha düşük bir eksiklik ihtiyacıdır. Bu ihtiyaç tarafından motive edildiğinde kişi çevresine, özellikle de kendisine sevgi sağlayan insanlara bağımlı olur. Bu da kişiyi hem kaygılandırır hem de diğer insanları araç olarak değil amaç olarak görememesine neden olur. Kendini gerçekleştiren kişi ise çevresine çok daha az bağımlı ve bağlıdır. Çok daha özerk, kendi kendini yönetebilen biri ise, artık insanları, onların kendisine olan faydasına göre değil insanları bir bütün olarak, karmaşık ve benzersiz bireyler olarak görür, onlara olan sevgisi onların nesnel, içsel niteliklerine dayanır. Başka bir deyişle, kendini gerçekleştiren insanlar başkalarını araç olarak değil amaç olarak görürler.
Kitabın Gelişim ve Bilişim başlığı altında Maslow, kendini gerçekleştiren insanların yüksek sıklıkta doruk deneyimler yaşadığı ileri sürüyor. Kendini gerçekleştiren insanların motivasyon ve bilişsel yaşamları da diğer insanlarınkinden çok farklıdır. Bunları karakterize eden psikolojik durumları Maslow, Varlık durumları olarak tanımlıyor. V-Bilişi yani var olma (being) kendini gerçekleştiren insanların bilişin, E-Bilişi ise eksiklik (deficiency) ise eksikli ve gereksinim içinde olan kişinin bilişini temsil etmektedir.
“V-Bilişinde kişi deneyimi ya da nesneyi yarar, çıkar ve erek ilişkisinden bağımsız ve eksiksiz bir bütün olarak görme eğilimindedir… V-Bilişi söz konusu olduğunda tüm dikkat yalnızca ve bütünüyle algılanana yönelir. Burada anlatılan büyülenme ya da tümüyle soğrulmaya çok yakındır. Dikkatin bir ensne üzerine bu yoğunlukta toplanmasıyla figür her şeyin yerini alır ve uzam kaybolurya da çok az algılanır… Yavrusunu sevgi ile algılayan sağlıklı bir annenin.. bebeği dünyadaki hiç kimsye benzemez. Olağanüstü kusursuz ve büyüleyicidir… Sevgi, sevgi-nesnesinden derin bir şekilde etkilenmeyi içerir… Sevgilililer birbirlerinde başkalarının göremediği gizilgüçler görebilirler.”
“Böyle anlarda kişinin öznel olarak uzay ve zamanın dışında olduğunu söylemek doğru olacaktır. Yaratıcılığın taştığı anlarda şair ya da ressam çevresinden ve geçen zamandan habersidir… Bazen bir dakika öylesine yoğun yaşanır kibir gün ya da bir yıl geçmiş gibi gelir insana”
Doruk deneyimlerde kişi kendini diğer zamanlara göre daha bütünleşmiş duyumsar… Örneğin bölünme ve ayrılma, kendine karşı savaşım verme azalmıştır. Kendisi ile daha barışıktır. Deneyimi yaşayan benlik ile gözlemleyen benlik arasındaki ayrım silikleşmiştir…. İç sürtüşme azalmış sinerji fazlalaşmıştır… sevgililer daha çok yakınlaşarak iki kişi olmaktan çıkıp bir birlik oluşturur; yaratıcı, yaratılan eserle bir olur; anne kendini çocuğu ile bir duyusar… Diğer bir deyişle; kimliğe, özerkliğe ya da benliğe ulaşmanın en iyi yolu aynı zamanda kendini aşmaktan, benliğin ötesine ve üstüne ulaşmaktan geçer. Böylece kişi görece bensizleşebilir.”
Maslow’a göre kendini gerçekleştiren yaratıcılık, tipik yaratıcılıktan farklıdır. Sağlık ve deha ayrı şeylerdir ve aralarındaki korelasyon muhtemelen zayıftır. Kendini gerçekleştiren insanlar, diğer insanlarla ilişkilerini tehlikeye atma konusunda çok fazla endişe duymadıkları için, spontane dürtüleri ve duygularıyla meşgul olmakta daha özgürdürler ve dolayısıyla daha derin benliklerini ifade etmekte daha özgürdürler. kendini gerçekleştiren insanlar bilimeyenden, gizemden ve karmaşadan görece daha az kokar. Bilinmeyeni yadsımaz, görmezden gelmez, ondan kaçmaz. Kendilerine sunulan kültüre kesinlikle daha az bağımlıdırlar, Başkalarının sözlerinden, isteklerinden ve kendini alaya almalarından daha az korkarlar. Kendilerine gülünmesini veya onaylanmamayı umursamazlar. Oysa özellikle içe dönük, ortalama ve nevrotik insanlardaki korku kişinin önüne duvar örer. Böyle insanlar denetimci, kuralcı davranır, benliğini bastırır ve engeller. Bunun en uç örneği de gülemeyen, aşık olamayan ya da kendine güveli bir şekilde şapşalca, çocukça davranamayan katı, kuralcı, sakıngan insandır. İmgelemi, sezgileri, yumuşaklığı, duygusallığı güdükleşmiş ya da bozulmuştur. Kendini gerçekleştiren kişinin yaratıcılığını olanaklı kılan atılganlık, gözüpeklik, özgürlük, kendiliğindenlik, bütünsellik, kendini kabul gibi özellikler sergiler.
Kitabın beşinci bölümü olan Değerler başlığı altında Maslow, toplumun kendini gerçekleştirenlerin seçimlerinden bir değer sistemi türetebileceğini ileri sürüyor. Eğer kendini gerçekleştirmek gerçekten insanlığın kaderiyse, kendini gerçekleştiren insanlar toplumun yeni kahramanları haline gelebilir. Ortalama insanlar, seçimlerini kendini gerçekleştirenlerin seçimlerine göre modelleyebilir ve bu da bir bütün olarak sağlıklı bir toplumun yolunu açar.
Daha sağlıklı bir topluma ulaşmak için öncelikle değerlerin yeniden düzenlenmesi gerekiyor. İnsan nasıl gün ışığına, kalsiyuma ya da sevgiye gereksinim duyuyorsa, aynı şekilde, anlayacağı ve o doğrultuda yaşayacağı bir değerler düzenine, yaşam felsefesine, dine ya da onun yerini tutatn bir başka şeye gereksinim duyar.
Maslow’a göre insan hem olduğu hem de olmak istediğidir. Tüm insanların ulaşamya çabaladığı tek bir nihai değer vardır. O da kendini gerçekeleştirme idealidir. Çeşitli uzmanlar bunu kendini gerçekleştirme, kendini tamamlama, bütünsellik, psikolojik sağülık, bireyleşeme, özerklik, yaratıcılık, üretkenlik gibi değişik şek,illerde adlandırmaktadır.
Maslow yalnızca en gelişmiş, en olgun ve en sağlıklı insanların daha sık ve tutarlı bir şekilde yüce değerler seçebileceğini veya eğitlim gösterebileceğini söylemektedir. Bunu da bu kişilerdeki daha düşük düzeydeki gereksinimlerin doyurulmasına bağlamaktadır. Kişi, gerçek bir kişi olduğu sürece, kendisinin temel belirleyicisidir. Her insan, kısmen “kendi tasarısıdır” ve kendini kurar. Gelişim süreci kişinin oluş sürecidir (Becoming). İnsan olmak ise farklıdır (being). Gelişim süreci ise yalnızca ödüllendirici ve haz verici değildir. Gelişim pek çok acıyı da beraberinde getirir. İleri doğru atılan her adım bilinmeze yönelir ve acı tecrübelere yol açabilecek potansiyele sahiptir.
Özet olarak, insanoğlu doğuştan kendini gerçekleştirmeye yönelir. Ancak bireylerin yalnızca küçük bir yüzdesi bunu başarabiliyor çünkü kültürel güçler, korku ve eksiklik ihtiyaçlarını karşılama güdüsü çok güçlü. Kendini gerçekleştiren insanları tespit ederek ve onların seçimlerini gözlemleyerek insanlığın nevrozlarını bir kenara bırakıp gerçekten sağlıklı hale gelmesi mümkündür.
Servet Sağlam
0 yorum